Su içmek neden bu kadar önemlidir?
Beyin fonksiyonlarımız için gereklidir.
Vücut
sıcaklığını düzenler.
Kanımızın %83’ü SU’dan oluşur.
Toksinleri temizler.
Kemiklerimizin %22’si SU’dur.
Eklemlerimizi korur. (Eklem Sıvıları)
Besin ve
oksijeni hücrelerimize taşır.
Nefesimizi nemlendirir.
Metebolizmanın düzenli çalışmasında çok etkilidir.
İç
organlarımızı korur.
Aldığımız gıdaların sindirimine
yardımcıdır.
Kaslarımızın %75’i SU’dur.
Su nedir
ve Suyun önemi.
Su Nedir ve Suyun
Önemi!
Su canlıların yaşaması için hayati öneme sahiptir. En
küçük canlı organizmadan en büyük canlı varlığa kadar,
bütün biyolojik yaşamı ve bütün insan faaliyetlerini
ayakta tutan sudur. Dünyamızın %70′ini kaplayan su,
bedenimizin de önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Ancak
yeryüzündeki su kaynaklarının yaklaşık %0.3′ü
kullanılabilir ve içilebilir özelliktedir.
Dünya
nüfusunun %40′ını barındıran 80 ülke şimdiden su
sıkıntısı çekmektedir. 1940-1980 yılları arasında su
kullanımı iki katına çıkmıştır. Nüfusun hızla artması,
buna karşılık su kaynaklarının sabit kalması sebebiyle
su ihtiyacı her geçen gün artmaktadır.
Dünyadaki
mevcut suyun hacmi 141 milyar m3 tür. Bu miktar dünya
yüzeyini 3 km. kalınlığında bir tabaka halinde
sarabilecek büyüklüktedir.
Bu suyun % 98′i
okyanuslarda ve iç denizlerde bulunmakta, fakat tuzlu
olduğu için, içme suyu olarak kullanıma, sulamaya ve
endüstriyel kullanıma uygun değildir. Dünyadaki suların
ancak %2.5′i tatlı sudur. Bunun da %87′si buzullarda,
toprakta, atmosferde, yeraltı sularında bulunur ve
kullanılamaz durumdadır.
İnsanoğlu, su ihtiyacını
yüzeysel sular ve yeraltı su kaynaklarından temin
etmektedir. Tatlı suların en önemli kaynağı yağışlardır.
Küresel yıllık yağış 500 bin m3 olup, her yıl yeryüzüne
inen yağış aynı miktardadır.
Ülkemizde ise tatlı
su kaynakları oldukça sınırlıdır ve ihtiyaca ancak cevap
vermektedir. Türkiye’nin kullanılabilir su potansiyeli
110 milyar m3 olup, bunun %16′sı içme ve kullanmada,
%72′si tarımsal sulamada, %12′si de sanayide
tüketilmektedir.
Kişi başına düşen su kullanımı,
toplumun gelişmişlik seviyesiyle doğru orantılıdır.
Gelişmiş ülkelerde bu oran oldukça yüksek olmasına
rağmen, gelişmekte olan ülkelerde ise düşüktür. (ABD’de
1692 m3, Avrupa’da 726 m3, Afrika’da 244m”tür.)
Dünyanın yıllık yağış ortalaması 1000 mm olup,
Türkiye’nin yıllık yağış ortalaması ise 643 mm. dir.
Türkiye su kıtlığı çeken ülkeler arasında yer
almamakla birlikte, hızlı nüfus artışı, kirlenme ve
yıllık yağış ortalamasının dünya ortalamasından düşük
olması; mevcut kaynakların daha dikkatli kullanılmasını
ve kirlenmeye karşı gerekli tedbirlerin bir an önce
alınmasını gerektirmektedir.
Su Olmasaydı!
Yeryüzünde en bol bulunan maddelerden biridir ve yaşamın
temelidir. Eğer su olmasaydı yaşam da olmazdı. Denizler
ve okyanuslar yeryüzünün yaklaşık onda yedisini kapla;
toprakta, atmosferde ve bütün canlı varlıklarda su
vardır. İnsan vücudunun yaklaşık üçte ikisi Sudan Oluşu;
ayrıca yiyeceklerin, özelliklede sebze ve meyvelerin
büyük bir bölümü de sudur.
Güneşin ısısı deniz
suyunun yüzeyinde buharlaşmaya neden olur ve su
buharlaşıp öbür mineraller kalır ve bu mineraller altaki
suya karışır. Denizlerin buralara dökülen ırmaklardan
çok daha tuzlu olmasının sebebi budur. İçme sularının
kolayca içilebilmesi için de suyun belirli ölçülerde
çözünmüş gaz ve mineralleri içeriyor olması gerekir.
Dünyadaki yaşamın varlığı suya bağlıdır. Güneş ısısı
suyu buharlaştırır; buharlaşan su, damlacıklardan oluşan
bulutlar halinde atmosferde kümelenir. Bu kütleler
yeterli bir büyüklüğe ulaşınca yağmur, dolu ya da kar
halinde yeryüzüne iner ve yaşamın sürmesini sağlar. Buna
yağış denir; suyun toprağa işlemesi de bu süreçte olur.
Bitkiler suyu topraktan soğurur ve bunun belirli bir
bölümünü terleme denen bir süreç sonucunda tekrar
atmosferde bırakır. Buharlaşma, yağış ve terleme su
çevrimini oluşturur.
Yağan yağmur ve akan sular
yeryüzünü zaman içinde değişikliğe uğratır. Dev
barajların yardımıyla suyun bir bölümü denize dökülmeden
önce tutulabilir. Bu yapay depolarda toplanan sudan
yararlanılarak elektrik üretimi için kullanılan su
Türibinleri Çalıştırılabilir, kasaba ve kentlerin su
gereksinimi karşılanabilir.
Güneş Sistemi’ndeki
diğer 63 gök cisminden hiç birinde yaşamın temel şartı
olan suyun bulunmadığını biliyor muydunuz? Oysa
yeryüzünün büyük bölümü sularla kaplıdır. Okyanuslar ve
denizler Dünya yüzeyinin toplam dörtte üçünü meydana
getirir. Öte yandan karalarda da sayısız göl ve nehir
vardır. Yüksek dağların zirvelerini kaplayan kar ise
suyun donmuş halidir. Dünya’daki suyun önemli bir bölümü
de gökyüzündedir; bulutların her birinde binlerce, bazen
milyonlarca ton su bulunur. Bu suların bir kısmı da
zaman zaman damlalar halinde yere iner, yani yağmur
olur. Şu an solumakta olduğunuz havanın içinde de
mutlaka belirli miktarda su buharı vardır.
Yağmurlar, denizler, nehirler, akarsular, okyanuslar,
musluğu açtığınızda akan içilebilir su… İnsanlar suyun
varlığına o kadar alışıktırlar ki yeryüzünün büyük
bölümünün sularla kaplı olmasının önemini belki de hiç
düşünmezler. Oysa su uzayda gerçekten de çok nadir
rastlanan bir bileşimdir. Bu nedenle bilinen bütün gök
cisimlerinin içinde yalnızca Dünya’da suyun bulunuyor
olması, üstelik de bu suların içilebilir nitelikte
olması son derece önemli bir konudur.
Susuz bir hayatın var olabilmesi mümkün değildir. Su,
hayatın temeli olması için özel olarak tasarlanmış, her
türlü fiziksel ve kimyasal özelliği ile hayat için
yaratılmış bir maddedir. Yeryüzündeki milyonlarca çeşit
canlı su sayesinde hayatlarını sürdürür, yaşam için
gerekli olan dengeler de suyun varlığı sayesinde
devamlılığını korur.
Suyun Şaşırtıcı Özellikleri
Suyun özellikle ısıyla ilgili (termal) özellikleri dünya
üzerindeki canlı yaşamının sürekliliğinde büyük rol
oynar. Bunlardan birkaç tanesini şöyle sıralayabiliriz:
Bilinen tüm sıvılar ısıları düştükçe büzüşür, hacim
kaybederler. Hacim azalınca yoğunluk artar ve böylece
soğuk olan kısımlar daha ağır hale gelir. Bu yüzden sıvı
maddelerin katı halleri, sıvı hallerine göre daha
ağırdır. Ama su, bilinen tüm sıvıların aksine, belirli
bir ısıya (+ 4°C’ye) düşene kadar büzüşür, daha sonra
birdenbire genleşmeye başlar. Donduğunda ise daha da
genleşir. Bu nedenle suyun katı hali, sıvı halinden daha
hafiftir. Yani buz, aslında “normal” fizik kurallarına
göre suyun dibine batması gerekirken, su üstünde yüzer.
Suyun bu özelliği dünya üzerindeki denizler
açısından çok önemlidir. Eğer bu özellik olmasa, yani
buz suyun üzerinde yüzmese, dünya üzerindeki suyun çok
büyük bir bölümü tamamen donacak, göllerde ve denizlerde
hiçbir yaşam kalmayacaktı.
Buz eridiğinde ya da su buharlaştığında, etraftan ısı
çekilir. Bunun tersi gerçekleştiğinde ise, dışarıya ısı
verilir. Bu, “gizli ısı” olarak bilinen kavramdır. Tüm
sıvıların gizli ısıları vardır. Ancak suyun gizli ısısı,
bilinen tüm sıvıların en yükseği sayılabilir. Ayrıca
suyun “termal kapasitesi”, yani suyun ısısını bir derece
artırmak için gereken ısı miktarı, bilinen diğer
sıvıların çok büyük bölümünden daha yüksektir.
Suyun gizli ısısının ve termal kapasitesinin diğer
sıvılara göre çok yüksek olması da denizlerin karalara
göre daha geç ısınıp daha geç soğumalarını sağlar. Bu
nedenle Dünya’da kara üzerindeki ısı farklılıkları en
sıcak yer ile en soğuk yer arasında 140°C’ye kadar
çıkarken, denizlerin ısı farklılığı en fazla 15-20°C
arasında değişir. Aynı durum gece-gündüz arasındaki ısı
farkında da yaşanır. Karada gece ile gündüz arasındaki
fark kurak ortamlarda 20-30°C’ye kadar çıkarken,
denizlerde en fazla birkaç derecelik bir ısı farkı olur.
Sırf denizler değil, atmosferdeki su buharı da çok büyük
bir denge sağlamaktadır. Gece-gündüz arasındaki ısı
farkının, su buharının çok az bulunduğu çöllerde çok
fazla, deniz iklimi yaşayan yerlerde ise çok daha az
olması, bunun bir sonucudur.
Bundan başka suyun
termal iletkenliği, yani ısıyı iletebilme yeteneği de
bilinen diğer herhangi bir sıvıdan en az dört kat daha
yüksektir. Buzun ve karın termal iletkenlikleri ise
düşüktür. Suyun bu özelliği de çok önemli bir işlev
görmektedir. Buz, havadaki soğuğu, altındaki su
tabakasına çok az iletir. Böylece dışarıdaki hava
-50°C’yi bulsa bile, denizin üstündeki buz tabakası 1-2
metreyi geçmez. Foklar, penguenler ve diğer kutup
hayvanları, bu sayede denizin üstündeki buzu delip
alttaki suya ulaşabilirler.
Suyun bu kendine özgü
termal özellikleri sayesinde, kış ile yaz ya da gece ile
gündüz arasındaki sıcaklık farkı daima insanların ve
diğer canlıların dayanabileceği bir sınırda kalmaktadır.
Dünya üzerindeki su miktarı karalara oranla daha az
olmuş olsaydı, gece ile gündüz sıcaklıkları arasındaki
fark çok artacak, karaların büyük kısmı çöle dönecek ve
yaşam imkansızlaşacak ya da en azından çok zorlaşacaktı.
Okyanusların varlığını düşünelim. Okyanuslar güneş
ışınlarını karadan daha az yansıtır, böylece karalardan
daha fazla güneş enerjisi alır, ama bu ısıyı kendi
içinde karalara göre daha dengeli biçimde dağıtır. Bu
sayede okyanuslar daha sıcak olan ekvator bölgelerini
serinleterek aşırı sıcak olmalarını, kutup bölgelerinin
soğuk sularını da ısıtarak aşırı soğuk olmalarını ve
bunun sonucunda da tamamen donmalarını engeller. Eğer
böyle olmasa ne olurdu?
Su
'Normal' Davransaydı Ne Olurdu?
Su “normal” davransaydı, tüm diğer sıvılar gibi onun da
ısı kaybına paralel olarak yoğunluğu artsaydı, yani buz
suyun dibine batsaydı ne olurdu?
Bu durumda
okyanuslar, denizler ve göllerde, donma alttan
başlayacaktı. Alltan başlayan donma, yüzeyde soğuğu
kesecek bir buz tabakası olmadığı için, yukarı doğru
devam edecekti. Böylece Dünya’daki göllerin, denizlerin
ve okyanusların çok büyük bölümü dev birer buz kütlesi
haline gelecekti. Denizlerin yüzeyinde sadece birkaç
metrelik bir su tabakası kalacak ve hava sıcaklığı artsa
bile, dipteki buz asla çözülmeyecekti. Böyle bir
Dünya’nın denizlerinde hiçbir canlı yaşayamazdı.
Denizlerin ölü olduğu bir ekolojik sistemde kara
canlılarının varlığı da mümkün olamazdı. Kısacası Dünya,
eğer su “normal” davransaydı, ölü bir gezegen olacaktı.
Suyun neden “normal” davranmadığı, yani 4°C’ye kadar
büzüştükten sonra neden birdenbire genleşmeye başladığı
ise, hiç kimsenin cevaplayamadığı bir sorudur.
Burada
yalnızca birkaç tane örneği verilmiş olan suyun
özellikleri, bu sıvının insan yaşamı için özel olarak
yaratılmış olduğunu göstermektedir. Başka hiçbir
gezegende böyle bir su kütlesinin olmaması, bunun sadece
Dünya üzerinde bulunması elbette ki bir tesadüf
değildir. İnsan yaşamı için özel olarak yaratılmış olan
Dünya, yine özel olarak yaratılmış olan suyla
canlandırılmıştır. Tüm canlılar için büyük bir nimet
olarak suyu yaratan Allah’tır.